Tanrı kaldıramayacağı kadar ağır bir kaya yapabilir mi?

Düşünenler buraya...
Kullanıcı avatarı
cemil.ksa
Doktor
Mesajlar: 385
Kayıt: 09 Ağu 2013, 07:01

Re: Tanrı kaldıramayacağı kadar ağır bir kaya yapabilir mi?

Mesaj gönderen cemil.ksa » 02 Oca 2014, 07:31

Fikirler ve eylemler her zaman değişir de, sanırım siz beni yanlış anladınız. Ben zaten ateist olmadığımı, bir yaratıcının varlığına inandığımı söylemiştim.Sadece malum soru aklıma takıldığı için bu konuyu irdelemek istedim o kadar. Yanlış bir algı oluştu sanırım.
Ayrıca fotoğrafın sadece diğer zırvalıklara göre daha akla yatkın olduğunu belirttim. Bence hala bir kesinlik yok ve hiç bir zaman da kesin yargılara varılmaması gerekir.Evet, belki böyle düşünerek hem kendi içimde çelişik duygular yaşıyor hemde yaratana karşı bir nevi saygısızlık yapmış oluyorum ama; elimden bir şey gelmiyor. Hislerim bu yönde benim.

Son olarak sizin iyi niyetinize ve bir şeyler anlatma çabanıza sonsuz teşekkürler.



Kullanıcı avatarı
kripton
Onursal Üye
Mesajlar: 3333
Kayıt: 24 Ara 2009, 20:15
Konum: MEZUN

Re: Tanrı kaldıramayacağı kadar ağır bir kaya yapabilir mi?

Mesaj gönderen kripton » 04 Oca 2014, 19:44

Arkadaşım bir soru sormuşsun ve ezel kavramını ve yaratma sıfatını kullanmamamızı rica etmişsin cevaplarımızda. Eğer bir konunun açıklanmasında bu kavramların kullanılması gerekiyorsa kullanılır. Ama kabul etmek istemiyorsa kişi o ayrı.

Öncelikle sormuş olduğun sorunun samimi olduğuna ben inanıyorum. Bana samimi gelmese bu kadar zamanımı ayırmazdım cevap yazmaya.

Çok samimi olarak bir soru sormak istiyorum öncelikle. Allah a inanıyorum demişsin ve bir kişi bunu söyleyince aksini söylemek, düşünmek yanlıştır. Fakat Allah'a imanın taklidi olanı vardır tahkiki olanı vardır. Yani zihninde Allah'ın var olduğuna dair şüpheler varsa önce bu meselenin halledilmesi gerekir diye düşünüyorum.

Bunu yazarken sadece senin adına yazmıyorum yanlış anlama. Hepimiz ilk başta Allah' a taklidi olarak inanıyoruz. Yani müslüman bir ailede çevrede doğduk. Bizi kim yarattı vs...gibi sorular karşısında Allah sorusunu otomatikman zihnimize yazdık. Yani delil istemeden inandık. İşte kastettiğim bu. Kişinin iç dünyasında, zihninde olan bu tarz sorgulamalar aslında güzel ve kişiyi taklidi bir imandan tahkikiye doğru götürür. Bunun da sabit bir derecesi yoktur. Tahkiki imanın da kendi içinde mertebeleri vardır ve kişi sorguladıkça, araştırdıkça, okudukça, zihnindeki sorulara tatmin edici cevaplar buldukça yükselir.

Bu yüzden kişi önce yaratıcının varlığını tahkiki anlamda kabul etmelidir. Sadece sen değil hepimiz bu yolun yolcusuyuz.

Bazı arkadaşların yazmış olduklarına "zırva" demişsin bu bence çok yanlış. İnsan bilmediği bir şeyi misaller ile anlar. Misal vermek meseleyi akla yaklaştırmaktır zırva değildir.

En başta Allah var mıdır sorusuna cevap arar zihin. Ve biz gözümüz ile gördüğümüz şeylerden aklımız ile çıkarımlarda bulunuruz. Gözümüz ile gördüğümüz şey ise kainat ve içindeki her şeydir. Mesela bir varlığı inceliyoruz. Bu insanda olabilir, uzaydaki sistemler de olabilir, bir bakteride, bir bitkide. İncelediğimiz bu varlıkta bir ilimin ve şuurun eserini görmekteyiz. Yani akıllı gibi. Akıllarımızı hayrette bırakacak işler oluyor en küçük gördüğümüz hücrelerde ve bakterilerin, mikropların içinde bile.

Şimdi biz bu ilmi, şuuru, kastı bir şeye vermemiz lazım. Bunu ya sebeplere vermemiz lazım, tabiat yarattı dememiz lazım. Tesadüflere vermemiz lazım veya zaman ve mekan ile sınırlı olmayan göremediğimiz bir varlığa vermemiz lazım. Buna Allah dersin Tanrı dersin vs...

Var mıdır aklen dayandırabileceğimiz başka bir şey. Aklına gelen yazsın buraya. Çok samimi söylüyorum. Yani ihtimalleri yazalım buraya.

-Allah olabilir.

-Cansız olan sebepler(atom, hidrojen, oksijen, toprak, güneş, su) olabilir.

-Kendi kendine tesadüfen olma ihtimali olabilir.

O zaman soruyorum zihnime; sen varlıkta muhteşem bir düzen, intizam görüyorsun. Sanatlı yaratılışı görüyorsun. En ufak varlıklarda bile (hücre, bakteri, atom) uçsuz bucaksız bir dünya var. Akıl almaz harika işer oluyor. Bu varlıklar sanki akıllıymış gibi davranıyor. Yani bir ilmin eseri apaçık görünüyor. Hikmetli yaratılışı görüyoruz. Umumi bir nizam, gaye, hedef var.

Ben kendi zihnimde bu işleri tesadüfe veremiyorum. Çünkü elime aldığım bir kutu ilacın içeriğini okuduğum zaman bile 50 mg. şundan, 23 mg. bundan diye yazıyor ve aklen bunun bir bilen, ilim sahibi, şuurlu biri tarafından üretildiğini kabul ediyorum. Nasıl ben bedenimdeki, kanımdaki, bitkilerdeki vs. ince ölçüyü tesadüfen olmuştur diye açıklayabilirim.

Bu yaratılışı atoma versem ya da işte hücrenin içinde proteinler diziliyor da dna şöyle yapıyor da rna şu bilgiyi buna ulaştırıyor da. Tamam proteinlerde, dna da, rna da vs... muhteşem işer oluyor. Ama bu iş bana bir şuurun eserini gösteriyorsa, ilmi gösteriyorsa ben bu işleri inceleyip de o ilmi canı, aklı olmayan proteine mi vermeliyim, atoma mı vermeliyim yoksa o perdenin arkasında olan kudrete mi vermeliyim. Benim aklım ikinci seçeneğe evet diyor.

Şimdi ben perde arkasında kudreti, ilmi sonsuz olan ve her şeyi, bu muhteşem düzeni yaratan bir Zata inandım. Peki o nasıl biri. Arkadaşın verdiği saat örneği gibi. Sanatçı yapmış olduğu sanat eserine benzemez. Onun farklı özellikte olması lazımdır. Yani ben yaratıcıyı zamanın kayıtları ile kayıtlı, yaratmış olduğu mahlukatının özelliklerinde bir varlık olarak düşünemem. Zamanı da yaratan o zaten.

Her şeyi o yarattı peki onu kim yarattı sorusu yanlış bir soru olabilir cemil bunu neden kabul etmiyorsun ki? Yanlış soru diye bir gerçeklik var. Ha bunu sorabilirsin, çünkü her insanın zihnine gelen bir sorudur bu ama mantık hatası var bu soruda bence de. Çünkü yaratıcı olarak sen bir şeyi kabul ediyorsan adı üstünde yaratma sıfatı olan bir zat. Yani o yaratılmış olsa yaratıcı olmazdı zaten. Eğer onu da biri yaratmış olsa o zaman onu kim yarattı sorusu gelecek peşinden. Yani ben yaratıcıyı kabul ediyorsam onun ayrılmaz bir özelliği yani Zati bir özelliği olan ezeli oluşu ile birlikte kabul etmem lazım.

Şimdi arkadaş sokma şu ezel kavramını buraya dersen olmaz. Çünkü böyle bir kavram var. Yani sen bir yaratıcıyı ve onun ezeli oluşunu kabul etmem diyorsan, mecburen maddenin ezeli oluşunu kabul etmen lazım. Akabinde yukarıda dediğim gibi tüm zerrelerde yaratma sıfatının ve ilmin, şuurun olduğunu kabul etmen lazım. Yani bu kavram olmadan anlayamayız bu meseleyi. Var olan bir hakikati katmayın bu işe dendiği zaman, meselenin anlaşılma ihtimali de ortadan kalkmış oluyor.
Resim

Kullanıcı avatarı
Yağmur damlaları
Onursal Üye
Mesajlar: 3707
Kayıt: 04 Kas 2008, 10:25
Konum: Mezunlar zümresine dahil!

Re: Tanrı kaldıramayacağı kadar ağır bir kaya yapabilir mi?

Mesaj gönderen Yağmur damlaları » 04 Oca 2014, 22:58

Allah hidayet nasip etsin !! Yarın kimin ne olacağı belli olmaz ..
Unutma!Yalnız başına beni yıkabilen tek kişi sensin.

Anneliğin mukaddesliği gece yarısı uyandığı uykudadır.

Deliyi adam edemeyiz ama adamı deli ederiz!

Dost acı söyleyen değil,acıyı tatlı dille söyleyebilendir!

Ya insana gül ver yada gülüver.

Kullanıcı avatarı
cemil.ksa
Doktor
Mesajlar: 385
Kayıt: 09 Ağu 2013, 07:01

Re: Tanrı kaldıramayacağı kadar ağır bir kaya yapabilir mi?

Mesaj gönderen cemil.ksa » 05 Oca 2014, 02:05

kripton;

Samimiyetime inanıp vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederim.
Hem sizin mesajınızdan, hemde psikolog rumuzlu kişinin mesajlarından bir şeyler harmanlayıp kendime yöneltmem gereken öncelikli soru sanrım; Allah'ın varlığına tam anlamıyla inanıp inanmıyor muyum sorusu. Ancak ne yalan söyleyeyim kendimi inandıramıyorum. Diyeceksiniz ki sizin böyle düşünmenizi tetikleyen nedir?
Bir çok faşist ve diktatör yöneticiler gelmiş geçmiş. Bu adamlar suçsuz günahsız insanlara adeta soykırım yapmış, aç bırakmış. Nasıl bir yaratıcı böyle zulümlere müsaade eder, göz yumar. İnsanlığa seçilmiş kulları vasıtasıyla kitap gönderen yaratıcı, niçin bu zulümlere müdahale etmez? Böyle bir sınav olur mu? Eğer bütün zulümler,cinayetler,aç bırakılarak öldürülen insanlar beni sınamak ve benim imanımı ölçmek içinse, bu gerçekten insanın istemeyeceği bir sınav.(Bence)
Galiba bilinçaltım malum soruyu kılıf olarak kullanıp bana bir oyun oynuyor.

Kullanıcı avatarı
kripton
Onursal Üye
Mesajlar: 3333
Kayıt: 24 Ara 2009, 20:15
Konum: MEZUN

Re: Tanrı kaldıramayacağı kadar ağır bir kaya yapabilir mi?

Mesaj gönderen kripton » 06 Oca 2014, 16:57

Evet bu soru da mutlaka her insanın aklına gelmiştir diye düşünüyorum. Çünkü ortada çelişen bir durum var gibi gözüküyor. Bu mesele öyle 2 dk. da anlayacağımız ya da içimize sindirebileceğimiz bir mesele değil sanırım. Derin bir hakikat. Ben sadece bilebildiğim kadarıyla ve tecrübe ettiğim bazı olaylarla anlatmaya çalışayım:

Öncelikle şunu halletmemiz lazım; bizi ve her şeyi yaratan bir Zatı ben gözümün önündeki(kainattaki) delilleri ile kabul ediyorum ama bu Zat gerçekten merhametli ve şefkatli mi acaba :?:

Yine buna delil olarak, gözümüz önündeki kainattan bir iz, işaret bulmam lazım inanmak için.

Mesela şu an kış mevsimi ve her yer kupkuru. Bahar mevsimi ile birlikte kainatta muhteşem bir faaliyet başlayacak. İhtiyacımız olan şeyler gözümüzün önünde yaratılacak. Ve harika bir surette. Niye? Kimin için? Kim istifade edecek bu nimetlerden? Bizlere bu nimetleri gönderen birinin merhametini, bu nimeti yerken biraz dikkat ederek yersem hissedebiliyorum şahsen.

Veya dünyaya gelen bebekler. Bunlara insanlar da dahil hayvanlar da. O aciz yavrulara besin olarak gönderilen süt nimeti var. Bunu hep es geçer düşünmeyiz mesela. Önemsemeyiz. Ama biraz düşünsek hepimiz aynı yoldan geçmedik mi? O sütü biri bize göndermeseydi sonuçları ne olurdu bunu biraz araştırarak görebiliriz(Burada umumi olandan bahsediyorum. İstisnalar kaideyi bozmaz. Onları ayrıca değerlendirmek lazım)

Benim geçen yıllarda gözümün önünde gerçekleşen bir olay var. Kedileri severim ve beslemiştik bir zamanlar. Kedimizin 3-5 yavrusu oldu. Ama nasıl savunmasızlar. Kedileri bilen bilir, rahatına özgürlüğüne düşkün hareketli varlıklardır. Ama o gözleri dahi açılmamış minnacık yavrular için öyle bir fedakarlıkta bulundu ki o kedi. Resmen rahatını onlar için feda etti. Orada cisimleşmiş bir şefkatti benim karşımda duran. Bunu o veya bu sebebe verenler de olabilir ama ben sebeplere veremedim gözlemlerim sonucu. Belki kendi bebekliğimizi müşahede edemiyoruz ama gördüğüm o olay karşısında ben rahmeti şefkati hissettim. Bir de benim gördüğüm olay bir tanesi sadece. Bir de tüm kainattaki yavruları düşünelim. Bence biri onları o işle vazifeli kılmış. Zaten yavrular büyüyüp de kendini idare edecek hale gelince o özgürlüğüne düşkün rahatını seven anne kedi onları dövmeye yanından kovmaya başladı :D Çünkü ihtiyaç kalmadı.

Bunun gibi düşünsek bir sürü şefkat ve merhamet eseri var hayatımızda. İnsaflı bir şekilde düşündüğümüzde kainatta umumi bir şefkat var.

Madem Allah sonsuz şefkat sahibi merhametli de o zaman bu dünyada acı çekenler, hastalananlar vs... neden var?

Eğer bu dünyada hiç acı, sıkıntı olmazsa burası dünya olmazdı cennet olurdu.

Peki biz bu dünyaya acı çekmeye mi geldik?

İşte burada önemli nokta ben bu dünyada neden varım sorusu? Ve dünyanın mahiyeti. Eğer biz dünyayı ebedi olarak düşünür ve şu anda var olan ahiret alemlerini düşünmeden işin içinden çıkmaya çalışırsak çıkamayız. Allah kullarını cennete almayı ve ebediyen orada kalmalarını murad etmiş diye düşünüyorum.

Biz burada bir şeyleri öğrenmek, anlamak, fark etmek durumundayız. Yani bura bu manada imtihan yeri, olgunlaştığımız ve bazı hakikatleri anladığımız yer. Yani benim anladığım burada çekilenler orada alınacak lezzete huzura vs... hizmet ediyor bir anlamda. Sınırlı bir hayat ile sınırsız bir hayatı kıyasladığımız zaman hiç hükmünde kalıyor buradakiler.

Herkesin malumu bir şeydir ki güzellikler zıtları ile bilinir. Mesela hastalık hayatımızda hiç olmasın isteriz. Ama sağlık diye bir nimeti anlamamız mümkün olmazdı o zaman. Ya da külli manada düşünelim. Yüzyıllardır hastalıklar vesilesi ile insan kendini incelemiş, fark etmiş, ne muhteşem bir sanat eseri olduğunu gözlemlemiş. Bunlar önemli şeyler. Ha hastalanınca bunu demek zor ama bu külli bir hakikat. Biz bu vesile ile insanlık olarak çok önemli ve bilinmesi fark edilmesi gereken şeyleri fark ettik. Aksi durumunda kendimizden haberimiz olmayacaktı.

Bi ara neden ölümdeki o acıyı yaşamak zorunda bir insan diye düşünüyordum. Tamam zalim çeksin de cennete gidecek bir insan bile hissedermiş o acıyı. Tabi burada iki acı arasında dağlar kadar fark var ama yine de tatmin olamıyordum. Sonra şunu öğrendim. Ölümü tatması yaşaması, aslında insanın ölümsüzlükteki tadı yaşamasına hizmet ediyormuş.

Musibetlerin bir yönü de insanın hataları. Alimler der ki; musibet hataların neticesi, mükafatın ise mukaddemesidir(yani başlangıcıdır) Bizi yanıltan en büyük şey hadiselerin yorumunu yaparken o ana odaklanıp yorumlamamızdır. Halbuki bir bütün olarak yorumlamazsak hataya düşmemiz kaçınılmaz olur.

Kainatta asıl olan güzelliktir, hayırdır. Bunu geniş kapsamlı düşünen herkes fark eder. Yani çirkin gibi gördüğümüz hadiseler de netice itibari ile güzelliğe hizmet ediyor. Yani her şey ya bizzat güzeldir veya neticeleri itibariyle güzeldir.

Mesela bir örnekle anlamaya çalışalım; 2 yaşındaki bebeğini aşı olmaya götürmüş bir anne düşünelim. Olayı çok dar çerçevede yorumlarsak karşımızda şöyle bir tablo var. Şefkatsiz bir anne savunmasız bebeğini hiç tanımadığı insanların eline veriyor ve onların bebeğine ince demir iğneler batırıp kolunu kanatmasına müsaade ediyor. Yetkililer de bu işe hiç müdahele etmiyor ve tüm yurtta bu vicdansız uygulama bebeklerin bağırmasına ağlamasına rağmen yıllardır devam ediyor.

Olaylara dar çerçeveden bakıp düşündüğümüz zaman bu misalden hiç farkımız kalmıyor emin ol.

Fark edemediğimiz yönlerinin olması ve bizim anlamamamız bu hakikati değiştirmez.

Tüm bunlara rağmen insan olarak aklımız tatmin olmuyor değil mi? Tamam külli hayırlar olabilir ya da zalimler cezasını çeksin de masumlar neden acı çekiyor o zaman. Neden onlara Allah şefkat etmiyor :?:

Dedim ya arkadaşım bunlar sadece senin zihnindeki çelişkiler değil. Hepimiz soruyoruz. İşin bu noktasında karşıma harika bir şey çıktı benim ve bu konuyu anlamama çok yardımcı oldu geçen yıllarda.

Bu iki kavramı önce yazayım sonra üzerinde biraz düşünelim; İmdadat-ı Hassa-i Rahmaniye ve İhsanat-ı Hususiye-i Rabbaniye.

Kısaca bunları, Allah'ın hususi yardımları ve Allah'ın hususi ikramları, ihsanları olarak düşünebiliriz. Bu hakikati ben gözlemleyerek daha iyi anlamaya çalışıyorum.

Mesela çok yakınlarımdan biri yıllardır hasta. Tabi bunun sonuçları bize de yansıdı yıllardır. Dışarıdan insanların bu olay hakkındaki yorumlarına bakıyorum. Bazen diyorum ki ya anlattığınız gibi, düşündüğünüz gibi de değil ya. Tamam acı bir şey ama abartmayın bu kadar da(tabi bunları içimden diyorum :D )

Sonra o hasta yakınıma bakıyorum. Bana sorsan kesinlikle o hastalığa yakalanmayı istemem. Size anlatsam siz de istemezsiniz. Gerçekten insanı üzen bir şey. Ama o yakınımı gözlemliyorum. Allah ona çoğu zaman hissettirmiyor. Kişiyi kendi haline memnun ettiriyor. Bunun çok misali var.

Gerçekten derdi çekene bizim dışarıdan tam anlayamadığımız hususi yardımlar gönderiliyor. Hani derler ya o sabır, derdi çekene verilir diye. Bize verilmediği için o an dehşete düşen biz oluyoruz. Hani bazen geçmişe baktığımızda deriz ya; "ya ben bu hayatı, şu olayları nasıl yaşamışım, şimdi olsa dayanamazdım" diye. İşte Allah yaşarken hususi ikramları ihsanları ile o derdi hafifletiyor. Biraz dikkatli baksak bu türden şeyleri fark edebiliriz sanırım.

Geçenlerde bir video izledim. Koyun nasıl düzgün kesilir ile ilgiliydi. Adam koyunu yakalıyor ve yere yatırıyor. İlk etapta koyun kaçmak istiyor mee diye bağırıyor falan. Biz hemen ne yorumu yapıyoruz. Ben de yaptım videoyu izlerken :)

Aman canııım yazık ya kesileceğini hissetti nasıl acı acı mee liyor. Yanlış. Kesinlikle yanlış.

Bir kere adamın elinde bıçak yoktu sadece anlatmak için çekilmiş video. Olsa bile hayvan akletmez sanırım. Hayvan o an refleks olarak kendini tutan adamın bırakmasını istediği için çırpınıp kaçmak istedi ki bunu herkes yapar refleks olarak. Adam hayvanı yere yanı üzerine yatırdı ve kulakları ile gözlerini kapattı. Hayvanda tık yok. Birden sakinleşti ve çimlerin üzerinde sakin sakin yatıyor. Yani o anda halinden şikayetçi değil. Tabi adam kesmedi sonradan kaldırdı hayvanı ama düşündüm o anda bıçağı sürse bu hayvan anlık bir acı hissedecek ve bitti. Aslında acıyı biz kendi kendimize çektiriyoruz. İşte hayvan hissetti de anladı da. Bi kere onun aklı yok bilmiyor kesileceğini, kesildikten sonra da zaten hissetmiyor bilmiyor yorumu yapıp kendimizi hırpalayan bizleriz. Bu da hayvanlar hakkındaki İhsanat-ı Hususiye-i Rahmaniye olarak geldi bana. Sadece küçük bir misal.

Ya da bebekken çektiğimiz hastalıkların hiç birisini hatırlamıyoruz. Ve şu an o çektiğimiz acılar hiç hükmünde. Ve açıklamalar doğru ise küçükken geçirilen hastalıkların bağışıklık sistemimiz üzerindeki olumlu yönlerinden bahsediliyor. Yani şu an biz o acıların bir anlamda sefasını sürüyoruz.

Misalleri kendi dünyamızda meseleyi anlamak için düşünebiliriz. Çok hadise var bu şekilde.

Bir de bazı insanlar der ya, keşke şu acıyı çekmeseydin vs.. dediğimizde. "Öyle deme iyi ki o acıyı çekmişim ben. Yoksa asla bu konumuma ulaşamazdım. Benim için o çektiklerim rahmet oldu vs..."

Geçenlerde bir psikologu dinliyorum. Diyor ki "insan olarak yaşadığımız bazı zorlukları ve mana veremediğimiz olayları 20 yıl sonra anlarız" "ya bu işe mana veremiyordum bir türlü şimdilerde anladım neyin neden olduğunu" vs.. diye.

Yine de insan aklı şunu soruyor. Bu işte yine de adaletsizlik var. Zalim de ölüyor zulmettiği mazlum da. Eee şimdi ikisi de toprak altında ve eşit durumdalar.

Öyle değil ama. Bir kere beden ölüyor ama ruh ölmüyor. Zalimiz ruhu azap çekiyor. Ve cismani diriliş olan haşirden sonra mazlum, masum olan cennete, zalim ise cehenneme gidecek. İşte adaletin tam manası ile gerçekleşeceği gün de o gündür. Geriye baktığımızda ise muhtemelen yaşananlar sadece bir imtihan, tecrübe, öğrenme ve sanki bir anda yaşanmış bitmiş gibi gelecek bizlere. Yani yukarıdaki örnekte yazdığım gibi yaşadıklarımızın sıkıntı boyutu hiç hükmünde olacak. Tabiri caiz ise cennete giren bir insan dünyadaki çekmiş olduğu sıkıntının sefasını sürecek.

Konu oldukça kapsamlı ve derin. Ben anladıklarımı paylaşmaya çalıştım sadece.
Resim

caresiz1
Mesajlar: 13
Kayıt: 24 Ara 2013, 07:30

Re: Tanrı kaldıramayacağı kadar ağır bir kaya yapabilir mi?

Mesaj gönderen caresiz1 » 07 Oca 2014, 08:20

pskolog yazdı:cemil seni doğruyola getircez pes etmek yok :mrgreen: bugun sabah haberleri okurken bak neye rastladım :D samsunda yakalnıp amasyada bir balıkçının farkettiği balık üzerindeki ALLAH lafzı belki görerek daha iyi anlarsın :wink:

Resim

Penis şeklinde kahtüs ağaçları var onlar neyin simgesi,koyunlar da ya da hayvanlar da haç simgesi onlarda galiba hristiyan hayvan oluyor :D

YELİZ
Doktor
Mesajlar: 370
Kayıt: 25 Kas 2013, 08:20
Konum: İstanbul
İletişim:

Re: Tanrı kaldıramayacağı kadar ağır bir kaya yapabilir mi?

Mesaj gönderen YELİZ » 07 Oca 2014, 08:25

Neden herkesin inançlarına bırakmıyorsunuz ?
Herkesin kendine göre dine bakış açısı var tartışılmaz bu ki kimin cennette kimin cehenneme girecegini Allah bilir herkesin Allah'a bakış açısı vardır kul ile Allah arasına girilmez dogru yola girmek veya kötü yola gitmek diye birşey yoktur insanın kalbinde gerçekleşir herşey sen istedigin kadar anlatsan nafile .
        • İnsanların YAPAMAZSIN Dediklerini YAPMAK En Büyük Zevktir
          passion100.blogspot.com

Kullanıcı avatarı
power6
Uzman
Mesajlar: 181
Kayıt: 26 Kas 2013, 07:27
Konum: Isparta
İletişim:

Re: Tanrı kaldıramayacağı kadar ağır bir kaya yapabilir mi?

Mesaj gönderen power6 » 07 Oca 2014, 08:34

Eğer bir tanrı varsa ve ben öldüğümde karşıma çıkacaksa, o beni yargılamadan önce ben onu yargılayacağım.

Necip Fazıl zamanında iktidardan para alıp yalaka yazılar yazmış bir kişidir, ayrıca kumarhane baskınında ceza almıştır kumar oynamak suçundan, başı açık kimse ya kiralık ya satılık diye sözü vardır kendi eşinin başı açıktır, birisi Necip Fazıl'ın sözünü paylaşmış umarım bu yazdıklarımı okur.

Herkesin inancı kendine, bugün Budizm - Hinduizm gibi tuhaf inançlara bile milyonlarca kişi inanıyor, bizim kalp gözümüz kapanmış bence tartışmaya girmeyin :D
Mezun

Cloudyy
Doktor
Mesajlar: 357
Kayıt: 20 Haz 2013, 21:50

Re: Tanrı kaldıramayacağı kadar ağır bir kaya yapabilir mi?

Mesaj gönderen Cloudyy » 07 Oca 2014, 15:06

power sen mi Allah'ı yargılayacaksın mesela ne diyeceksin :mrgreen: sen kimsin ki Allah'ı yargılayacaksın Allah kuran da ne diyor o müttakiler ki gaybe inanırlar ahiret gününe inanırlar onlardır Allah'ın velileridir bu velilerden kastım öyle sen git Allah'a inan ama namaz kılma ramazan farz oruçlarını yerine getirme zekat verme hacca gitme bir de ehlibeyte iman etme de ki ben Allah a inanıyorum de bunların canı cehenneme

Bak dikkat et Kuranda Allah bize ne diyor kafirler istemese de Allah dinini yeryüzüne hakim kılacaktır. Gelelim aklımızı kullanmaya düşün kendini şöyle yargıla daha peygamber saa hayatta iken sence islam yeryüzüne yayılmamış mıydı? Kesinlikle hayır sadece Arap ülkelerine yayılmıştı kuran tekrar bir ışık tutuyor bize diyor ki Allah yeryüzünü onun eliyle adaletle dolduracak onun elinden kastı nedir işte bu işte bu İMAM MEHDİ AS dır.Şu an ki senin bulunduğun konumun zamanın sahibidir. Zamanının imamını tanımadan ölen cahiliye ölümü gibi ölmüştür. İlk işin imamını tanı. Allah onu bizim için hazine olarak saklamıştır ve işte uzun lafın kısası bazı alametler ortaya çıkmayıncaya kadar Mehdi as sanki bir bulutun arkasında ki güneş gibi bizi takip ediyor onun gelişini bekle onun gelişi için dua et Allah'a onun gelii demek ümmetlerin kurtuluşu demektir Amaerika İngiltere Süfyani aklına gelebilecek bütün güçlü ülkeler hepsi zalimlerden temizlenecek yönetim müslümanların elinde olacak ve o geldiğinde Ali'nin devleti kurulacak zaten şu an ki din din değil şu an ki islam dini emevilerden kalma sapık bir din sünni şafii maturidi hanbeli bunların hepsi emevilerden kalma artıklardır. Gerçek din Peygamber ve onun ehlibeytine olan bağlılık sevgi ve muhabbettir İmam geldiğinde bütün dünya ya Ali'nin devletini kuracak git alimlerden araştır öğren kendine bilgilendir kendini bakma sanalden sana ancak bu kadar anlatabiliyorum karşımda olsan sana detaylı anlatmak isterdim kısmet inş o da olur. Konuyu biraz farklı yere çektim ama senin sorununa değinecek şeylerde var. Yani senin bulunduğun şu durum daha iyi günlerin sen bekle ileri ki zamanlarda asırlarda bir parça kora tutunmak için kaçacak yer arayacaklar yani zulüm her yeri kaplayacak zalimler yeryüzüne zuhur etmeyinceye kadar İmam Mehdi as gaybet dönemi devam edecektir. Bu gaybet döneminde şu anda alametlerde diyor ki bir tanesi dinden dönenler olacak aynı senin abuk subuk konuşmaların gibi doğuda siyah sarıklı diyor bu alamet İmam Ali Hamaney olabilir mi? alametler yavaş yavaş zuhur ediyor da olabilir benden bu kadar Allah'a emanet olun bunları size anlatırken İmam Mehdi as düşünüyorum Canım ona kurban olsun La feta illa Ali La seyfe illa Zülfikar
En son Cloudyy tarafından 07 Oca 2014, 15:33 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Zorlukların göbeğinde, fırsatlar yatıyor.

Açık Öğretim Lisesi - Sosyal Bilimler
MEZUN

Kullanıcı avatarı
kripton
Onursal Üye
Mesajlar: 3333
Kayıt: 24 Ara 2009, 20:15
Konum: MEZUN

Re: Tanrı kaldıramayacağı kadar ağır bir kaya yapabilir mi?

Mesaj gönderen kripton » 07 Oca 2014, 15:32

Burada kimseyi sorgulamadığımı dikkatle bakan anlar. Formdaki tüm yazılarımda ve gerçek hayatta da aynı tutumumu sürdürürüm. Burada maksadım herhangi bir tartışmaya sebep olmak şu veya bu inanca mensup kişileri yargılamak değil. Ayrıca şu cennetlik bu cehennemlik ayrımına da girmedim. Genel çerçevede düşüncelerimi yazdım. Bunu da dikkat ederseniz cemil.ksa rumuzlu arkadaşın samimi bulduğum sorusu sebebi ile yazdım. Başkaca da bir amacım yok.

Elbette herkes istediği yolu seçer. Cennete cehenneme de kimin gideceğine Allah hükmeder.

Ayrıca bu başlık altında dalga geçme tarzı cümleler yazan var. Varsa bir fikriniz onu yazın bence. Burası bir eğitim formu. Fikirlerimizi tartışalım. Birilerine hakaret etmek ya da dalga geçmek bizi bir adım ileriye götürmez.
Resim

Kullanıcı avatarı
Doçent
Forum Moderatörü
Mesajlar: 3306
Kayıt: 29 Nis 2011, 07:57

Re: Tanrı kaldıramayacağı kadar ağır bir kaya yapabilir mi?

Mesaj gönderen Doçent » 07 Oca 2014, 19:38

İŞTE ESKİ BİR ATEİSTİN İTİRAFLARI; BİR ATEİSTİN GERÇEK SORUNU NEDİR?

Dışardan bakıldığında varlık/yokluk meselesi gibi görünür ama temel sorun bu değil. Takınılan septik tavırların ardında psikolojik bir arka plan var. Dikkat çekmek, sevgisizlik, dışlanmışlık, kişilik arayışı, dinî ve ahlâkî sorumluluklardan kaçmak gibi şeyler.
Yani bir ateistle öncelikle dinî konuları konuşmaya gerek yok mu?
Ayrıntıya girmeye pek gerek yok! Asıl konuşulması gereken şey insanların neden inanmak istedikleri veya istemedikleri olmalı. Yoksa insan zihni, inanmak istediği şeye saçma da olsa delil bulmaya çalışıyor. Kendisini kandıracak ve avutacak kanıt kırıntıları da bulabiliyor.
Önceleri Allah’ın varlığı konusunda neler düşünüyordun?
Agnostik bir tavır sergiliyordum. Toplumda dikkat çekmek için netametli ve soyut konular bulmalıydım. Kur’an okurken, Allah’ın kendisi hakkında bilmediğimiz şeyleri söylememizin yine Allah tarafından yasak edildiğini gördüm. (Bakara 169) Tartıştığım şey zaten yasak edilmiş bir konuydu. Bu noktadan sonra kendime “neden inanmıyorum?” sorusunu sormak zorunda kaldım.
Nasıl bir cevap aldın?
Çok ilginç bir sonuçla karşılaştım: Aldığım cevabın ontolojiyle hiçbir ilgisi yoktu! Neden inanmıyormuşum biliyor musunuz? İnanırsam sorumlu olacaktım, dünyanın zevklerini yaşayamayacaktım, din adına hareket eden insanların birçoğunun pek de samimi olmadıklarını görüyor bende böyle mi inanacağım diyorum. Zararlı olduğunu bildikleri halde sigarayı bırakmak istemeyen hastalıklı insanlar gibiydim. Dinciler gibi saf görünmek istemiyordum. Ateistlik daha radikal geliyormuş bana meğerse. İnsanlar etrafımda “niye inanmıyorsun ki, bak şu şöyle, bu böyle” diye dönüp duruyorlar benimle sürekli ilgileniyorlardı. Kadınlarla/erkeklerle/insanlarla ilişkilerimi, bir de Tanrı gözeterek yani din endeksli yürütmek istemiyordum. Ahlak kurallarının kelepçesini kuşanmak çok ağır geliyordu. Tanrıya inanıyor görünmek işime gelmiyor, iş ve dünya çıkarlarımı zedeliyordu. Ben başarılı, aktif bir hayat yaşamayı düşünüyor ve inanırsam inancımın buna engel olacağını zannediyordum. İnanmamaya hiçbir delilim olmadığını tespit ettiğimde çok şaşırdım. Elim ayağım düştü, perişan oldum. Trajikomik bir durumla karşı karşıyaydım. Çünkü bu saydığım nedenlerin hepsi de psikolojikti! Elle tutulur bir delilim olmadan nasıl kendimi bile bile ateşin içine atarım?
Psikolojik olarak dindarlara karşı nasıl bir savunma mekanizması geliştirmiştin?
Evet, ateistliğimin bir bahanesi de bu açıdan kendisini gösteriyordu. Din adına işlenen kötülükleri gördüğümde inançsızlığı tercih ediyordum. Yaptıkları samimiyetsiz bir oyun gibiydi sanki. Herkes bir şeyler kovalarken birileri de Allah’ın dinini ve adını kovalıyordu. Kimisi takım tutuyor, kimisi hayatın zevkleriyle sarhoş oluyor, kimisi paraya tapıyor, kimisi de kendisini Tanrıyla uyuşturuyordu!
Dönüş kararı alırken neler hissettin?
Doğru olmak istedim. Hakikate karşı, samimi bir tavır sergilemekle sorumlu olduğumu hissettim. Sakin bir bakışın göstereceğim tek tepki olduğunu gördüm. Tam bir rahatlık içinde Allah’a teslim olmak gerektiğini anladım. Ve uygulamaya geçtim! Sonuç olarak bende meydana gelen değişikliğe ben bile inanamadım! Gelecek endişem kalmadı. Geçmişimi affettim ve Allah’a “bizleri doğru yola ilet” derken içim, yüreğim titredi. Hayatımda ilk kez göğsümde yanan bir fırın, bir ateş hissettim. Allah’ın nimet ve hidâyeti, sağanak halinde yağan nisan yağmurları gibi üzerime indi... Şimdi Allah’ın varlığına kendi varlığıma şâhitlik edermiş gibi şâhitlik ederim. Artık Allah’ın varlığını tartışmam kendi varlığımı tartışmam olur ve böyle bir tartışmanın hiç bir anlamı yoktur. Çünkü ben varım ve beni ve bütün kainatı yaratan “O” da var. İnanılmaz bir sevgi akışı, inanılmaz bir güven.
Kötülük problemini nasıl hallettin?

Bunun Kehf Sûresi’nde anlatılan Musa ve Hızır kıssasında cevaplandığını farkettim. Allah’ı yok kabul ettiği için bir ateist; “Tanrı nasıl olur da henüz bir bebeğin öldürülmesine göz yumar? Bebek öldürülmese büyüdüğünde nasıl bir insan olacağını kimse bilemez ki! “ diyebilir. Ama artık rahatlıkla “Allah bilir” cevabını verebiliyorum. Ayrıca Allah’ın isimleri arasında “Kahhar,” “Müntekim” gibi insanlar için kötülük çağrıştıracak isimlere takılırdım. Hâlbuki en güzel isimler onundu ve ben onları görmek istememiştim. Şimdi kahrının da intikamının da çok güzel ve gerekli olduğunda şüphem yoktur. Hayatın absürd olduğu iddiasını nasıl çözümledin?
Kur’an’ın “gayba iman” konusuna bu derece önem vermesinin sebebi bence bu “anlamsızlık” sorununu çözmek için. Problem insanın anlayıp/anlamaması değil bir gaybın varolduğuna iman edilmesidir. Sonuç olarak kâinat insanın anlayabileceği bir şey için de yaratılmış olabilirdi. Gayb; “akıl sır ermez” demek yerine basitçe Allah’a ve insan bilgisinin dışında şeyler olduğuna inanmaktır. İşte bu bilinmezlik içinde insanoğlu kendine çeşitli planlar, teoriler, anlayışlar geliştirip bunları takip eder. Ateizm’de insanın bir tanrıyı kabul etmek istememesi olarak işte bu anlayışlardan biridir. Ama ısrarla tekrar vurgulamak istiyorum ki bunların bir tanrının var olup olmamasıyla hiç ilgisi yoktur...
İman hakikatlerini ispata çalışanlar hakkında ne dersin?
Dikkat edilirse bu konunun üzerinde durmadım. İmanla ilgili asıl problemin ispat değil, özendirme olduğu kanaatini uzun süredir yaşıyorum. Müslümanların hakikati ispata değil, özendirmeye ve sevdirmeye ihtiyaçları var. Çünkü hakikat kendisini ispat etmeye muktedir. Çünkü yaratan her şeyi sergilemiş. Bunu yedi yaşındaki bir çocuk bile anlar! Bir manava girdiğinizi düşünün. Sizin hiçbir şey söylemenize gerek yoktur. Yan yana dizilmiş yüzlerce meyveler, sebzeler nasıl bir İlâhî kudret ve rızık verici merhametle yaratıldıklarını size haykırırlar. Kör değilsiniz ya! Bunu herkes görür.
Bu durumda ateizmin psikolojik bir rahatsızlık olduğunu söyleyebilir miyiz?
Aynen öyle! O halde birisi inanmadığını söylediğinde, “ontolojik delil”, “ezelî sebep kanıtı” gibi lafları sıralamaktan ziyade bu adamın “inkârının altında yatan sebepleri” anlamaya çalışmak lazımdır. Sevgisizlik, ilgisizlik, farklı olma isteği gibi psikolojik sebeplerin yanında nefsinin hoyratça ve kuralsız olarak bu hayatı sürmesi diyebiliriz.
Burada mü’minlere düşen görev nedir?
İmanına yakışır hareket etmeyen her mü’min birilerinin inkârından sorumludur! İman etmek istemeyen birçok ateist; Müslümanların birçoğunun yalancı, sevgisiz, kaba, aslında bir takım menfaatler için inanan, anlayışı kıt, cahil, zalim ve haksız kişiler olduğunu görmekteler. Bu ateistlerin ateizmde kalmalarına neden oluyor. Çünkü ateistin hiçbir delili yok ki. Dolayısıyla bazı inanan insanların sevgisiz davranışları onları olumsuz etkiliyor. Evet, tekrar ediyorum “ imanına yakışır hareket etmeyen her Mü’min birilerinin inkarından sorumludur!” Günah işleyen imanından olmaz lakin iman güzel ahlakı beraberinde getirir. Dolayısı ile inananlar ahlaklı olma mücadelesi vermek zorun her şeyden önemlisi kendisi için bunu yapmalılar. Bunun yanında örnek bir Müslüman modeli olmak için bunu yapmalılar. Çünkü insanlar yine insanlara bakıyor inanmak ve amel etmek için yada inkar etmek için. Allah öylece duruyor yarattıkları ayan ve beyan. Burada inanan insanların pozisyonu çok önem arz ediyor. İnsanlar ahlaksızlıklarından dolayı iki cezaya çarptırılacaklar birincisi işlediği fiil ikincisi ise toplumda o ahlaksızlığı meşrulaştırması ve kötü bir örnek olması. Allah’ın huzuruna çıkıldığında azap görmek istemeyen her Müslüman kötü ahlakını düzeltsin ve iyi örnek olsun. Allah rızası için kendisini sevimli hâle getirsin, sempatik ve güler yüzlü olsun!
Eski bir ateist olarak son sözleriniz neler?

Müslümanların kötü örnek olması, inkârcının inkârdaki sorumluluğunu elbette ki ortadan kaldırmaz. Bunu itiraf etmeliyim. Ayrıca bir ateistle tartışmak niyetinde iseniz konuya insanları severek girmenin, diğer bütün ispat metotlarından daha önemli olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Onları sevdiğinizde, birçoğunun çırpınan zavallılar olduğunu, yolunu şaşırmış, hayat yükünü çekmek istemeyen, tek meselesi kendinden kaçmak olan fakirler olduklarını fark edeceksiniz! Bu zavallı çok bilmiş bakışların arkasında korkaklık, zilletin dibinde çırpınan bir ruh göreceksiniz. Bu durumda yapacağınız şey, onlara bir merhamet eli uzatmak. Kesinlikle onlarla tartışmayın. Çünkü neyi tartışacaksınız ki, bir ateistin tartıştığı konu ile içinde bulunduğu sorun farklı farklı şeylerdir. Ortadaki sorunun psikolojik olduğunu asla unutmayınız! İman ve hakikat, her ikisi de muhabbet sütunlarının üzerinde duruyorlar. Hepimiz güneşin var olduğunu biliriz. O üzerimizde, tepemizdedir. Ancak hiçbirimiz güneşe bakmayız, bakamayız. Çünkü bakarsak kör oluruz! Aslında gündüzün aydınlığına bakıp güneşin varlığını hissetmek de mümkün. Dünyanın karanlıkta kalan diğer tarafındaki insanlar da güneşin var olduğunu ve bir zaman sonra doğacağını biliyorlar. Felaket insanların ağızlarıyla, dilleriyle Allah’ı reddetmelerinden doğuyor. Bu tabiri caizse “benim senin gibi bir babam yok!” demek gibi bir şey! Aslında kişi reddettiği adamın babası olduğunu bal gibi bilir ancak kızgınlık, öfke gibi nefsânî duygularla bu hakikati reddetmektedir. Arapça da -kefera- “örtmek, gizlemek” demektir. Hakikatleri örten kişiye de “kâfir” deniyor. Böylece ateistlik sendromu, Allah’ı nefsanî duygularla reddetmek anlamına geliyor. Ancak ateistin adı çıkmış! Özellikle gençlerimizi küfre sürükleyen bu -reddetme refleksi- günümüzde korkunç bir hızla yayılıyor. Ahir zamanın eğilim ve trendi bu yönde... Rabbiyle hiç bir tanışıklığı olmayan, dinine emek harcamamış, kutsal kitabını hiç okumamış sürülerce savruk insan; nüfus cüzdanının din hanesinde “Müslüman” ibaresi yazılı olduğu halde hızla kâfirleşiyor!
Ateist; bunalım geçiren, acı ve ızdırap içinde kıvranan, sevgiye hasret kalmış, dünyadaki kötülük problemini bir yerlere oturtamamış ve bu yüzden yaradanına sitem eden sancılı bir insan. Bu ateistin coşkun isyan denizi, içinde kopan fırtınalar, Rabbimizin rahmet ve şefkatiyle bir gün sükûn bulabilir. Bu melenkolik vakalar arıyor, üzülüyor belki de için için ağlıyor olabilir.
Gerek yok her sözü laf ile beyana. Bir bakış bin söz eder, bakıştan anlayana.

emrahk
Onursal Üye
Mesajlar: 4871
Kayıt: 26 May 2009, 12:26
Konum: İstanbul

Re: Tanrı kaldıramayacağı kadar ağır bir kaya yapabilir mi?

Mesaj gönderen emrahk » 08 Oca 2014, 02:49

caresiz1 yazdı:
emrahk yazdı:Çok çocukça bir soru; zaten çocuklukta abuk sabuk şeyler düşünürdük bu konularla ilgili. Allah'ın büyüklüğünü kavrayamamanın verdiği sıkıntıyla sorulmuş, o sorudaki taşı da, taşı kaldırabilme dirayetini de yaratan Allah'tır. Yani Allah tüm bunlardan üstündür, kıyas kabul edilemez. Allah görür, ama bize verdiği göz gibi bir gözü yoktur, O'nun görmesi için göz diye bir sebebe ihtiyacı yoktur; bu da onun gibi bir şey. Etrafta gördüğümüz maddi nesneler ile Allah'ı değerlendirirsek yanılırız. Aynı şey "Allah herşeyi yarattı, peki Allah'ı kim yarattı?" sorunsalının da cevabıdır. Yaratma sıfatını da yaratan O'dur. Dolayısıyla böyle boş şeyleri soran ateistler ancak kendilerini avuturlar.

Hep tanrı demek yerine biraz biz insanız sorgulamalıyız sormalıyız cevap vermeliyiz bir kitaba bağlı kalmak ne bilim biraz bana garip geliyor insan oğlu kandırılmaya hazır.Sadece seni özgür yaşaman için dünyaya gönderen tanrı bu savaşı her şeyi bilmiyor mu kaos fakirlik açlık kasvet var dünyamızda evet dünya sınav yeri.Ben bir deistim ve müslümanlıktan çıktım hiç bir dine bağlı değilim ve benim bir tanrım var çünkü biliyorum çok güzel bir denge var.
Ve sana şunu soracağım......
Kuranın yazıldığı ülkeye 150 yılda bir kar yağar ve kitapta güneş,yağmur,çamur gibi şeyler bahsedilir ama neden kardan bahsetmiyor bence buyuk ihitmalle yazari hayatinda buz ve kar gormemistir. :) konu ile alakası belki yok ama bunları yazmak istedim :) tartılaşım seninle yönetici kardeşim bu hakkında belki ilkokul mevzunu olabilirim ama soracağım sorulara MANTIKLI cevap isterim din çocukları korkutma ile başlar ve öyle devam eder ve siz allaha şükür müslümanım derken gerçeği bilen müslümanlar her zaman paranızı yer :)
Deistliği seçmen senin kararındır, saygı duyarım. Ama deistlerin bu inancında anlayamadığım bir konu var; "Tanrı insanları yaratıp neden bir köşeye çekilsin?" Yani yaratıyor ama saldım çayıra diyor ve bir daha ilgilenmiyor. Sence de Tanrı'nın kitaplar veya başka bir şekille insanoğluna varlığını ve emirlerini bildirmesi gerekmiyor mu? Aksini düşünüyorsan yaşama amacı ne sence insanlığın? Doğup, büyüyüp, üreyip ölmek mi?

Tanrı tabi ki her şeyi biliyor; bazen benim de anlamadığım ve sorguladığım şeyler olmuyor değil. Daha bebekken tecavüze uğrayıp, öldürülen çocukları düşündükçe dünyanın adaletine küfretmiyor değilim. Ama biliyorum ki, bunlar kusursuz bir sınav sisteminde olmalıdır. Çünkü Allah eğer o çocuğun öldürülmesine müdahale etse, o an özgür irade kavramı yerle bir olurdu. Yine de dediğim gibi bu konularda işin içinden çıkamadığım çok nokta benim de oluyor.

Dinin geçmişten günümüze nasıl bir korkutma ve itaat aracı olduğunu senin kadar bence biliyorum emin ol. Hele 11 yıldır ülkenin anasını ağlatan, yolsuzluk yapan çocuğunu savcıya sorguya bile göndermeyen bir diktatör bu konuda meşhur malum. Öyle her sakallıyı dedem, her Allah diyeni de dindar bellemem ben. Din benim ile Allah arasındadır ve orada kalır. Araya ne hacılar hocalar girebilir ne de din tüccarı yöneticiler. İşte sorun da herkesin benim gibi düşünmüyor olmasından kaynaklanıyor. Ayakkabı kutularına trilyonlar atanları hala körü körüne destekleyip; "ama onların alnı secdeye varıyor" diye savunanlar var. Marx'ın düşüncelerini desteklemesem de "din toplumların afyonudur." sözü maalesef bu yüzden çok doğrudur...
..."iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler.
Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler."


Mustafa Kemal Atatürk

Kullanıcı avatarı
cemil.ksa
Doktor
Mesajlar: 385
Kayıt: 09 Ağu 2013, 07:01

Re: Tanrı kaldıramayacağı kadar ağır bir kaya yapabilir mi?

Mesaj gönderen cemil.ksa » 09 Oca 2014, 00:01

kripton yazdı:Evet bu soru da mutlaka her insanın aklına gelmiştir diye düşünüyorum. Çünkü ortada çelişen bir durum var gibi gözüküyor. Bu mesele öyle 2 dk. da anlayacağımız ya da içimize sindirebileceğimiz bir mesele değil sanırım. Derin bir hakikat. Ben sadece bilebildiğim kadarıyla ve tecrübe ettiğim bazı olaylarla anlatmaya çalışayım:

Öncelikle şunu halletmemiz lazım; bizi ve her şeyi yaratan bir Zatı ben gözümün önündeki(kainattaki) delilleri ile kabul ediyorum ama bu Zat gerçekten merhametli ve şefkatli mi acaba :?:

Yine buna delil olarak, gözümüz önündeki kainattan bir iz, işaret bulmam lazım inanmak için.

Mesela şu an kış mevsimi ve her yer kupkuru. Bahar mevsimi ile birlikte kainatta muhteşem bir faaliyet başlayacak. İhtiyacımız olan şeyler gözümüzün önünde yaratılacak. Ve harika bir surette. Niye? Kimin için? Kim istifade edecek bu nimetlerden? Bizlere bu nimetleri gönderen birinin merhametini, bu nimeti yerken biraz dikkat ederek yersem hissedebiliyorum şahsen.

Veya dünyaya gelen bebekler. Bunlara insanlar da dahil hayvanlar da. O aciz yavrulara besin olarak gönderilen süt nimeti var. Bunu hep es geçer düşünmeyiz mesela. Önemsemeyiz. Ama biraz düşünsek hepimiz aynı yoldan geçmedik mi? O sütü biri bize göndermeseydi sonuçları ne olurdu bunu biraz araştırarak görebiliriz(Burada umumi olandan bahsediyorum. İstisnalar kaideyi bozmaz. Onları ayrıca değerlendirmek lazım)

Benim geçen yıllarda gözümün önünde gerçekleşen bir olay var. Kedileri severim ve beslemiştik bir zamanlar. Kedimizin 3-5 yavrusu oldu. Ama nasıl savunmasızlar. Kedileri bilen bilir, rahatına özgürlüğüne düşkün hareketli varlıklardır. Ama o gözleri dahi açılmamış minnacık yavrular için öyle bir fedakarlıkta bulundu ki o kedi. Resmen rahatını onlar için feda etti. Orada cisimleşmiş bir şefkatti benim karşımda duran. Bunu o veya bu sebebe verenler de olabilir ama ben sebeplere veremedim gözlemlerim sonucu. Belki kendi bebekliğimizi müşahede edemiyoruz ama gördüğüm o olay karşısında ben rahmeti şefkati hissettim. Bir de benim gördüğüm olay bir tanesi sadece. Bir de tüm kainattaki yavruları düşünelim. Bence biri onları o işle vazifeli kılmış. Zaten yavrular büyüyüp de kendini idare edecek hale gelince o özgürlüğüne düşkün rahatını seven anne kedi onları dövmeye yanından kovmaya başladı :D Çünkü ihtiyaç kalmadı.

Bunun gibi düşünsek bir sürü şefkat ve merhamet eseri var hayatımızda. İnsaflı bir şekilde düşündüğümüzde kainatta umumi bir şefkat var.

Madem Allah sonsuz şefkat sahibi merhametli de o zaman bu dünyada acı çekenler, hastalananlar vs... neden var?

Eğer bu dünyada hiç acı, sıkıntı olmazsa burası dünya olmazdı cennet olurdu.

Peki biz bu dünyaya acı çekmeye mi geldik?

İşte burada önemli nokta ben bu dünyada neden varım sorusu? Ve dünyanın mahiyeti. Eğer biz dünyayı ebedi olarak düşünür ve şu anda var olan ahiret alemlerini düşünmeden işin içinden çıkmaya çalışırsak çıkamayız. Allah kullarını cennete almayı ve ebediyen orada kalmalarını murad etmiş diye düşünüyorum.

Biz burada bir şeyleri öğrenmek, anlamak, fark etmek durumundayız. Yani bura bu manada imtihan yeri, olgunlaştığımız ve bazı hakikatleri anladığımız yer. Yani benim anladığım burada çekilenler orada alınacak lezzete huzura vs... hizmet ediyor bir anlamda. Sınırlı bir hayat ile sınırsız bir hayatı kıyasladığımız zaman hiç hükmünde kalıyor buradakiler.

Herkesin malumu bir şeydir ki güzellikler zıtları ile bilinir. Mesela hastalık hayatımızda hiç olmasın isteriz. Ama sağlık diye bir nimeti anlamamız mümkün olmazdı o zaman. Ya da külli manada düşünelim. Yüzyıllardır hastalıklar vesilesi ile insan kendini incelemiş, fark etmiş, ne muhteşem bir sanat eseri olduğunu gözlemlemiş. Bunlar önemli şeyler. Ha hastalanınca bunu demek zor ama bu külli bir hakikat. Biz bu vesile ile insanlık olarak çok önemli ve bilinmesi fark edilmesi gereken şeyleri fark ettik. Aksi durumunda kendimizden haberimiz olmayacaktı.

Bi ara neden ölümdeki o acıyı yaşamak zorunda bir insan diye düşünüyordum. Tamam zalim çeksin de cennete gidecek bir insan bile hissedermiş o acıyı. Tabi burada iki acı arasında dağlar kadar fark var ama yine de tatmin olamıyordum. Sonra şunu öğrendim. Ölümü tatması yaşaması, aslında insanın ölümsüzlükteki tadı yaşamasına hizmet ediyormuş.

Musibetlerin bir yönü de insanın hataları. Alimler der ki; musibet hataların neticesi, mükafatın ise mukaddemesidir(yani başlangıcıdır) Bizi yanıltan en büyük şey hadiselerin yorumunu yaparken o ana odaklanıp yorumlamamızdır. Halbuki bir bütün olarak yorumlamazsak hataya düşmemiz kaçınılmaz olur.

Kainatta asıl olan güzelliktir, hayırdır. Bunu geniş kapsamlı düşünen herkes fark eder. Yani çirkin gibi gördüğümüz hadiseler de netice itibari ile güzelliğe hizmet ediyor. Yani her şey ya bizzat güzeldir veya neticeleri itibariyle güzeldir.

Mesela bir örnekle anlamaya çalışalım; 2 yaşındaki bebeğini aşı olmaya götürmüş bir anne düşünelim. Olayı çok dar çerçevede yorumlarsak karşımızda şöyle bir tablo var. Şefkatsiz bir anne savunmasız bebeğini hiç tanımadığı insanların eline veriyor ve onların bebeğine ince demir iğneler batırıp kolunu kanatmasına müsaade ediyor. Yetkililer de bu işe hiç müdahele etmiyor ve tüm yurtta bu vicdansız uygulama bebeklerin bağırmasına ağlamasına rağmen yıllardır devam ediyor.

Olaylara dar çerçeveden bakıp düşündüğümüz zaman bu misalden hiç farkımız kalmıyor emin ol.

Fark edemediğimiz yönlerinin olması ve bizim anlamamamız bu hakikati değiştirmez.

Tüm bunlara rağmen insan olarak aklımız tatmin olmuyor değil mi? Tamam külli hayırlar olabilir ya da zalimler cezasını çeksin de masumlar neden acı çekiyor o zaman. Neden onlara Allah şefkat etmiyor :?:

Dedim ya arkadaşım bunlar sadece senin zihnindeki çelişkiler değil. Hepimiz soruyoruz. İşin bu noktasında karşıma harika bir şey çıktı benim ve bu konuyu anlamama çok yardımcı oldu geçen yıllarda.

Bu iki kavramı önce yazayım sonra üzerinde biraz düşünelim; İmdadat-ı Hassa-i Rahmaniye ve İhsanat-ı Hususiye-i Rabbaniye.

Kısaca bunları, Allah'ın hususi yardımları ve Allah'ın hususi ikramları, ihsanları olarak düşünebiliriz. Bu hakikati ben gözlemleyerek daha iyi anlamaya çalışıyorum.

Mesela çok yakınlarımdan biri yıllardır hasta. Tabi bunun sonuçları bize de yansıdı yıllardır. Dışarıdan insanların bu olay hakkındaki yorumlarına bakıyorum. Bazen diyorum ki ya anlattığınız gibi, düşündüğünüz gibi de değil ya. Tamam acı bir şey ama abartmayın bu kadar da(tabi bunları içimden diyorum :D )

Sonra o hasta yakınıma bakıyorum. Bana sorsan kesinlikle o hastalığa yakalanmayı istemem. Size anlatsam siz de istemezsiniz. Gerçekten insanı üzen bir şey. Ama o yakınımı gözlemliyorum. Allah ona çoğu zaman hissettirmiyor. Kişiyi kendi haline memnun ettiriyor. Bunun çok misali var.

Gerçekten derdi çekene bizim dışarıdan tam anlayamadığımız hususi yardımlar gönderiliyor. Hani derler ya o sabır, derdi çekene verilir diye. Bize verilmediği için o an dehşete düşen biz oluyoruz. Hani bazen geçmişe baktığımızda deriz ya; "ya ben bu hayatı, şu olayları nasıl yaşamışım, şimdi olsa dayanamazdım" diye. İşte Allah yaşarken hususi ikramları ihsanları ile o derdi hafifletiyor. Biraz dikkatli baksak bu türden şeyleri fark edebiliriz sanırım.

Geçenlerde bir video izledim. Koyun nasıl düzgün kesilir ile ilgiliydi. Adam koyunu yakalıyor ve yere yatırıyor. İlk etapta koyun kaçmak istiyor mee diye bağırıyor falan. Biz hemen ne yorumu yapıyoruz. Ben de yaptım videoyu izlerken :)

Aman canııım yazık ya kesileceğini hissetti nasıl acı acı mee liyor. Yanlış. Kesinlikle yanlış.

Bir kere adamın elinde bıçak yoktu sadece anlatmak için çekilmiş video. Olsa bile hayvan akletmez sanırım. Hayvan o an refleks olarak kendini tutan adamın bırakmasını istediği için çırpınıp kaçmak istedi ki bunu herkes yapar refleks olarak. Adam hayvanı yere yanı üzerine yatırdı ve kulakları ile gözlerini kapattı. Hayvanda tık yok. Birden sakinleşti ve çimlerin üzerinde sakin sakin yatıyor. Yani o anda halinden şikayetçi değil. Tabi adam kesmedi sonradan kaldırdı hayvanı ama düşündüm o anda bıçağı sürse bu hayvan anlık bir acı hissedecek ve bitti. Aslında acıyı biz kendi kendimize çektiriyoruz. İşte hayvan hissetti de anladı da. Bi kere onun aklı yok bilmiyor kesileceğini, kesildikten sonra da zaten hissetmiyor bilmiyor yorumu yapıp kendimizi hırpalayan bizleriz. Bu da hayvanlar hakkındaki İhsanat-ı Hususiye-i Rahmaniye olarak geldi bana. Sadece küçük bir misal.

Ya da bebekken çektiğimiz hastalıkların hiç birisini hatırlamıyoruz. Ve şu an o çektiğimiz acılar hiç hükmünde. Ve açıklamalar doğru ise küçükken geçirilen hastalıkların bağışıklık sistemimiz üzerindeki olumlu yönlerinden bahsediliyor. Yani şu an biz o acıların bir anlamda sefasını sürüyoruz.

Misalleri kendi dünyamızda meseleyi anlamak için düşünebiliriz. Çok hadise var bu şekilde.

Bir de bazı insanlar der ya, keşke şu acıyı çekmeseydin vs.. dediğimizde. "Öyle deme iyi ki o acıyı çekmişim ben. Yoksa asla bu konumuma ulaşamazdım. Benim için o çektiklerim rahmet oldu vs..."

Geçenlerde bir psikologu dinliyorum. Diyor ki "insan olarak yaşadığımız bazı zorlukları ve mana veremediğimiz olayları 20 yıl sonra anlarız" "ya bu işe mana veremiyordum bir türlü şimdilerde anladım neyin neden olduğunu" vs.. diye.

Yine de insan aklı şunu soruyor. Bu işte yine de adaletsizlik var. Zalim de ölüyor zulmettiği mazlum da. Eee şimdi ikisi de toprak altında ve eşit durumdalar.

Öyle değil ama. Bir kere beden ölüyor ama ruh ölmüyor. Zalimiz ruhu azap çekiyor. Ve cismani diriliş olan haşirden sonra mazlum, masum olan cennete, zalim ise cehenneme gidecek. İşte adaletin tam manası ile gerçekleşeceği gün de o gündür. Geriye baktığımızda ise muhtemelen yaşananlar sadece bir imtihan, tecrübe, öğrenme ve sanki bir anda yaşanmış bitmiş gibi gelecek bizlere. Yani yukarıdaki örnekte yazdığım gibi yaşadıklarımızın sıkıntı boyutu hiç hükmünde olacak. Tabiri caiz ise cennete giren bir insan dünyadaki çekmiş olduğu sıkıntının sefasını sürecek.

Konu oldukça kapsamlı ve derin. Ben anladıklarımı paylaşmaya çalıştım sadece.

Böyle bir sanal ortamda bana değer verip de vaktinizi ayırdığınız için size ne kadar teşekkür etsem azdır. Gerçekten duygulandırdınız beni. Birde, sizden önce sohbete dahil olan bazı kimselerin konuya yaklaşım tarzlarını düşününce ayrı bir teşekkürü daha borç bilirim. Tahminimce siz alçak gönüllülük yapacaksınız ama, o kimselerin dogma ve kibirli görüşlerinden sonra sizin bu yaklaşımınızla inanç tazeledim diyebilirim.Çünkü o dayatmacı görüşlerle, insan bırakın inanmayı bilakis acabalara gidiyor. Ayrıca şunu da anladım. Yazarın eserinde ne anlattığı kadar üslubu da önemli.

Ve sanırım, dünya hayatında ki bir çok sorunun cevabı hiç kimse tarafından bilinmiyor. Bende bu noktayı irdelemek istemiştim zaten. Acaba sıkıntı benim aklıma takılanlarda mı, yoksa bu düşünceler herkeste mi mevcut. Ulaşmak istediğim bilgilere ulaştım diyebilirim. Size minnettarım. Eyvallah.

Kullanıcı avatarı
kripton
Onursal Üye
Mesajlar: 3333
Kayıt: 24 Ara 2009, 20:15
Konum: MEZUN

Re: Tanrı kaldıramayacağı kadar ağır bir kaya yapabilir mi?

Mesaj gönderen kripton » 12 Oca 2014, 18:47

cemil.ksa yazdı: Böyle bir sanal ortamda bana değer verip de vaktinizi ayırdığınız için size ne kadar teşekkür etsem azdır. Gerçekten duygulandırdınız beni. Birde, sizden önce sohbete dahil olan bazı kimselerin konuya yaklaşım tarzlarını düşününce ayrı bir teşekkürü daha borç bilirim. Tahminimce siz alçak gönüllülük yapacaksınız ama, o kimselerin dogma ve kibirli görüşlerinden sonra sizin bu yaklaşımınızla inanç tazeledim diyebilirim.Çünkü o dayatmacı görüşlerle, insan bırakın inanmayı bilakis acabalara gidiyor. Ayrıca şunu da anladım. Yazarın eserinde ne anlattığı kadar üslubu da önemli.

Ve sanırım, dünya hayatında ki bir çok sorunun cevabı hiç kimse tarafından bilinmiyor. Bende bu noktayı irdelemek istemiştim zaten. Acaba sıkıntı benim aklıma takılanlarda mı, yoksa bu düşünceler herkeste mi mevcut. Ulaşmak istediğim bilgilere ulaştım diyebilirim. Size minnettarım. Eyvallah.
Evet bir çok sorunun cevabını zihnimizde çözebilmiş değiliz dediğin gibi.

Ama kainatın sırlarını, zihinde oluşan şüphelerin cevaplarını bulan kişilerde var ama sayıları sınırlı. Bunlarda insanlığa yol gösteren mürşit insanlar. Bu insanları Allah rahmeti ile her asırda göndermiş ve Kur'an ın mesajını bizlere ulaştırmış bu insanlar.

Bize düşen ise bu kişileri bulduktan sonra eserlerini, fikirlerini okuyup incelemek. Bu sayede taklidi (körü körüne) olan inancımızı tahkiki seviyeye ulaştırmak. Zaten bu yolculuk ( Yaratıcıyı tanıma, kainatın sırlarını ve var olan olayların arka planını görebilme yolculuğu ) insanın aklındaki şüpheleri giderip gerçeği gösterdiği için insanı gerçek huzura ulaştırıyor.

Zihnimizdeki şüpheler aynı olsa da her insan bunları rahatça açıklayamaz. Yani kimi zaman kendimize bile itiraf edemeyiz. Samimi arayışlar, sorgulamalar bir nevi dua hükmündedir ve Allah arayanın isteyenin karşısına hakikati çıkaracaktır. İnsanlar birer vesiledir. Vesile olan insanlara teşekkür ederiz fakat asıl minnet duyulması gereken Zat Allah olmalıdır.
Resim

Kullanıcı avatarı
nivli_83
Doktor
Mesajlar: 212
Kayıt: 23 Ara 2009, 14:03
Konum: MEZUN

Re: Tanrı kaldıramayacağı kadar ağır bir kaya yapabilir mi?

Mesaj gönderen nivli_83 » 14 Oca 2014, 01:50

Cemil bey.bence siz milletle kafa buluyosunuz.ben deistim diyerek ne kadar tepki toplayacağını biliyosundur.konu hassas bi konu çünkü.amacınada ulaştın bence.
herşeyi bilmen gerekmez..haddini bil yeter !!

Cevapla

“Felsefe Bölümü” sayfasına dön