Kurân’ın Allah’ın Kelamı Olduğuna Dair Deliller

Dini Bilgiler,İlahiler,Yazılar,Dualar,Tasvirler,İslamiyet...vs
Cevapla
Caniko
Yardımcı Uzman
Mesajlar: 125
Kayıt: 25 Tem 2015, 01:02

Kurân’ın Allah’ın Kelamı Olduğuna Dair Deliller

Mesaj gönderen Caniko » 13 Ağu 2015, 17:03

...

Kurân’ın, Allah’ın Kelâmı olmadığı söylemine gelince, bu şüpheyi, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin kendilerine gönderildiği kâfirler, inat ve büyüklenme sonucu ortaya atmışlardır.



Allah Azze ve Celle onların bu sözlerini iptal eden ve onun fasid olduğunu açıklayan bir delil ile reddetmiştir. Onlardan bazıları şunlardır:



1- Allah Azze ve Celle insan ve cinlere, bu Kurân’ın bir mislini getirmeleri için meydan okumuş, ancak onlar bundan aciz kalmışlardır. Sonra onlara on sure getirmelerini istemiş, ancak onlar yine bundan aciz kalmışlardır. Sonra Allah Azze ve Celle Kurân’dan en küçük surenin bir benzerini getirmeleri için meydan okumuş ancak onlar buna da güç yetirememişlerdir. Allah Azze ve Celle’nin meydan okuduğu bu insanlar, dillerini en iyi şekilde kullanan kimselerdi ki Kurân onların dilinde inmişti. Bununla beraber onlar tam olarak acizliklerini ilan ettiler. Allah Azze ve Celle’nin bu meydan okuyuşu tarihte yerini almış, insanlardan hiç kimse bunlardan birini getirmeye güç yetirememiştir. Bu meydan okumaya dair Kurân’da birçok deliller vardır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu:



( قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْأِنْسُ وَالْجِنُّ عَلَى أَنْ يَأْتُوا بِمِثْلِ هَذَا الْقُرْآنِ لا يَأْتُونَ بِمِثْلِهِ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهِيراً) الاسراء:88



«(Ey Muhammed!) De ki: "İnsanlar ve cinler, bu Kurân’ın bir benzerini getirmek üzere bir araya gelseler, birbirlerine de yardım etseler, onun bir benzerini yine getiremezler".» (İsrâ: 88)



Allah Azze ve Celle onlara sadece bir sure getirmeleri konusunda onlara meydan okuyarak şöyle buyurmuştur:



( أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ فَأْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِثْلِهِ مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ) هود:13



«Yoksa Kurân’ı "Peygamber uydurdu" mu diyorlar? Onlara de ki: "O halde, eğer iddianızda samimi iseniz, uydurma olarak, siz de onun (sûreleri) gibi on sûre getirin ve gücünüzün yettiği Allah'tan başka kimseleri de yardıma çağırın".» (Hûd: 13)



Allah Azze ve Celle sadece bir sure getirmeleri konusunda onlara meydan okuyarak şöyle buyurmuştur:



(وَإِنْ كُنْتُمْ فِي رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلَى عَبْدِنَا فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِّنْ مِثْلِهِ وَادْعُوا شُهَدَاءَكُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ) البقرة:23



«Eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kurân’dan şüphe içindeyseniz, haydi onun (sûrelerinden birisi) gibi bir sûre getirin, bunun için Allah'tan başka şâhidlerinizi de (yardıma) çağırın; eğer sözünüzde doğru kimseler iseniz.» (Bakara: 23)



2- İnsanlık, ilimde anlayışta hangi dereceye ulaşırlarsa ulaşsınlar, muhakkak onlarda hata, yanılma ve noksanlık meydana gelir. Şayet Kurân, Allah’ın Kelâmı olmasaydı onda birçok ihtilaf ve noksanlık olurdu. Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi:



( ولو كان من عند غير الله لوجدوا فيه اختلافا كثيرا )



«Onlar Kurân’ı hiç düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başka birisinden gelmiş olsaydı, onun içinde pek çok çelişki bulurlardı.» (Nisa: 82)



Lakin o, her türlü noksanlıktan, hatadan ve zıtlıktan uzaktır. Bununla beraber hepsi hikmet, rahmet ve adalettir. Her kim Kurân’da birbirine zıt hükümler olduğunu zannederse, bunu hasta olan aklından ve hatalı anlayışından getirmiştir. Şayet ili ehline dönerse, ona doğru olanı beyan eder ve ondan problemi ortadan kaldırırlar. Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi:



(إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا بِالذِّكْرِ لَمَّا جَاءَهُمْ وَإِنَّهُ لَكِتَابٌ عَزِيز . لا يَأْتِيهِ الْبَاطِلُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَلا مِنْ خَلْفِهِ تَنْزِيلٌ مِنْ حَكِيمٍ حَمِيدٍ) فصلت: 41،42



«Kitap kendilerine geldiği zaman, o yorumcular onu inkâr etmişlerdir. Oysa o, eşsiz bir kitaptır. Ona ne önünden ve ne de ardından hiçbir bâtıl girmez. O, hikmet sahibi ve hamde lâyık olan Allah tarafından indirilmiştir.» (Fussilet: 41-42)



3- Allah Azze ve Celle yüce Kurân’ın korunmasını kefaleti altına almıştır. Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi:



(إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ) الحجر:9



«Kurân'ı biz, evet biz indirdik; onu muhafaza edecek olan da elbette biziz.» (Hicr: 9)



Tarih boyunca binlerce kimse, binlerce kimseden Kurân’ı nakletmiş, bir harfinde bile ihtilaf etmemişlerdir. Şayet bir kimse, Kurân’ı tahrif etmeyi, onu fazlalaştırmaya ve noksanlaştırmaya çalışmışlarsa da bu hemen ortaya çıkmıştır. Çünkü Allah Subhânehû ve Teâlâ Kurân’ı korumayı kefaleti altına almıştır. Bu ise, bütün insanlığa değil de sadece bir peygamberin kavmine indirdiği diğer semavi kitapların hilafınadır. Allah Azze ve Celle Kurân dışında daha önce gönderilmiş kitapları korumayı kefaleti altına almamış, onun korunmasını peygamberlere tabi olanlara bırakmıştır. Lâkin onlar bunu koruyamamışlar, bilakis bu kitapları tahrife, değiştirmeye ve birçok manalarını bozmaya gitmişlerdir. Kurân ise, zamanın uzaması üzere Allah Azze ve Celle bütün insanlığa indirmiştir. Çünkü Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin risaleti, son risalet, son peygamberliktir. Böylelikle Kurân, göğüslerde ve satırlarda korunmuş oldu. Tarihi olaylar da bunu ispat etmektedir. Nice insanlar Kurân âyetlerini bozup Müslümanları kandırmaya çalışmışlar, bu çok çabuk kendini belli etmiş, sahteliği Müslüman çocukların yanında bile ortaya çıkmıştır.



Kati deliller, Kurân’ın, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin katından olmadığına ve onun ancak Allah’tan bir vahiy olduğuna işaret etmektedir.



4- Kurân’ın, kanunlar, hükümler, kıssalar, akide bakımından içerdiği büyük mucizeler vardır ki bunların, akılda ve anlayışta hangi seviyeye ulaşırsa ulaşsın bir insandan sudur etmesi mümkün değildir. İnsanlar her ne kadar da hayatlarını bir düzene sokmak için kanunlar ve nizamlar koymaya çalışsalar da Kurân’ın gösterdiği çizgiden uzak oldukları müddetçe başarılı olamazlar. Kurân’dan uzak oldukları müddetçe her zaman başarısızlığa mahkûmdurlar. Bunu kâfirlerin kendileri de belirtmişlerdir.



5- Kurân’ın geçmiş e gelecek gaybi olaylardan haber vermesi. İnsanlık ilimde hangi seviyeye ulaşırsa ulaşsın bu gaybi olaylardan haber vermesi mümkün değildir. Özellikle de teknolojinin ilerlediği şu günümüzde. Birçok şey son model cihazlarla ancak çok uzun tecrübelerden sonra keşfedilebilmiştir. Allah Azze ve Celle ve Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ise bizlere bunları yaklaşık on beş asır önce haber vermiştir. Tıpkı anne karnındaki ceninin gelişimi, denizlerin durumu ve diğer meseleler gibi. Kâfir kimselerden bazıları bunun ancak Allah katından olduğunu ikrar etmektedirler. Mesela anne karnındaki cenini ele alalım. Bundan sadece atmış sene öncesinde araştırmacılar, insanın bir anda meydana gelmediğini, çeşitli devrelerden, merhalelerden ve şekillerden geçtiğini bulmuşlardır. Kurân’ın haber verdiği bu gerçeğe insanlık sadece bunda atmış yıl öncesinde bu ilme ulaşabilmişlerdir.



Şeyh Zindani şöyle anlatıyor:



“Bir keresinde Amerika’nın en büyük bilginlerinden biri ile karşılaştım. İsmi Profesör Marşal Cansın. Ona dedik ki: Kurân’da insanın çeşitli merhalelerde yaratıldığı zikredilmiştir.

Bizim bu sözümüzü duyduğunda oturduğu yerden ayağa kalktı ve şaşırmış bir şekilde: Merhaleler halinde mi? dedi. Biz de ona dedik ki: Bu miladi yedinci yüzyılda idi. Kurân «İnsan çeşitli merhalelerde yaratılmıştır» demektedir. Profesör: Bu mümkün değil… Mümkün değil… dedi. Biz de ona dedik ki: Neden böyle düşünüyorsun? Kurân diyor ki: «Sizi analarınızın karınlarında, bir yaratmadan sonra bir diğer yaratmaya geçerek üç karanlık safhada yaratır.» (Zumer: 6) Yine şöyle buyurur Allah Azze ve Celle: «"Neden Allah'ın azametinden korkmuyorsunuz? Hâlbuki O sizi çeşitli merhalelerde yaratmıştır."» (Nuh: 13-14)



Bunun üzerine Profesör sandalyenin üzerine oturdu. Bir müddet düşündükten sonra şöyle dedi: “Bunun cevabını verebilirim. Bunun üç ihtimali var. Birincisi: Muhammed’in yanında çok büyük mikroskoplar vardı. Bu tür şeyler üzerinde çalıştı ve insanların bilmedikleri şeyleri öğrenerek bu sözü söyledi. İkincisi: Bu, tesadüf eseri, rast gele oldu. Bu da tesadüfen geldi. Üçüncüsü: Muhammed, Allah’ın gönderdiği bir peygamberdir.



Bizler dedik ki: Birinci sözünü ele alalım: O’nun elinde mikroskop ve aletler vardı sözüne gelince. Sen biliyorsun ki mikroskobun merceklere ihtiyacı vardır. Onunda camlara ve fenni bir yeteneğe ve bazı aletlere ihtiyacı vardır. Bu malumatların bazısı elektronik mikroskoplarla gelir ki onun da elektriğe ihtiyacı vardır. Elektriğinde ilme ihtiyacı vardır. Bu ilimler ise ancak bir önceki yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bu tür ilimlerin bir anda ortaya çıkması mümkün değildir. Mutlaka bir önceki yüzyılın bununla uğraşması gerekir ki bu ilimler bir sonraki yüzyıla intikal etsin ve bu şekilde devam eder. Ancak bunun tek olması, ne ondan önce, ne ondan sonra, ne yaşadığı topraklarda, ne Romanlar gibi civar ülkelerde olmaması, ne de Farisiler ve Arapların bu cihazlardan habersiz olmaları, bu cihazların sadece O’nda olup kendisinden sonra kimseye vermemesi makul olmayan bir sözdür.



Bunun üzerine Profesör: Bu doğru, böyle bir şey zordur, dedi.



Biz sözümüze şöyle devam ettik: Senin bu tesadüf eseridir, sözüne gelince… Şayet biz desek ki: Kurân bu hakikati sadece bir âyette zikretmedi. Bilakis bu hakikati birçok âyette zikretmiştir. Bunu icmali olarak bir ve birkaç âyette zikretmedi. Bilakis her merhaleyi açıklayarak: Birinci merhalede şu meydana gelir, ikinci merhalede şu şu meydana gelir, üçüncü merhalede… demiştir. Bu hiç tesadüf olabilir mi?

Biz ona bütün merhaleleri ve her merhalede ne olduğunu geniş bir şekilde açıkladığımız zaman o bize: Tesadüf sözü yanlıştı. Bu maksatlı bir ilimdir, dedi. Bunun üzerine bizler: O zaman bunun açıklaması nedir? diye sorduk. Profesör bize şöyle dedi: Bunun yukardan (Allah’tan) bir vahiy olduğundan başka bir açıklaması yoktur.”



Kurân’ın denizlerden haber verdiği bazı meseleler, ancak çok geç zamanlarda ortaya çıkabilmiştir. Onlardan birçoğu da hala bilinmemektedir. Mesela bu hakikate, yüzlerce deniz istasyonu kurulmasından sonra ulaşılabilinmiştir. Bu sözü söyleyen Profesör Şiraydır. Kendisi Batı Almanya’da en büyük deniz bilginlerinden birisidir. O şöyle diyordu: “İlim ilerledikçe muhakkak dinin gerilemesi gerekir.” Fakat o, Kurân’ın âyetlerinin manasını işitince şöyle dedi: “Bunun bir insan sözü olması mümkün değil.”



Deniz Jeolojisi ilminde üstat olan Profesör Durcanava, Allah Azze ve Celle’nin şu âyeti hakkında şöyle diyor:



( أَوْ كَظُلُمَاتٍ فِي بَحْرٍ لُّجِّيٍّ يَغْشَاهُ مَوْجٌ مِّن فَوْقِهِ مَوْجٌ مِّن فَوْقِهِ سَحَابٌ ظُلُمَاتٌ بَعْضُهَا فَوْقَ بَعْضٍ إِذَا أَخْرَجَ يَدَهُ لَمْ يَكَدْ يَرَاهَا وَمَن لَّمْ يَجْعَلِ اللَّهُ لَهُ نُورًا فَمَا لَهُ مِن نُّورٍ )سورة النور : 40



«Yahutta (küfredenlerin amelleri), üzeri dalgalarla örtülmüş engin denizdeki karanlıklar gibidir; öyle ki, onun da üzerinde bir dalga daha, sonra bulut ve karanlıklar. Hepsi birbiri üzerinde.. Birisi elini çıkarsa, onu hemen hemen hiç göremez. (İşte böyle bir durumda) Allah'ın nûr vermediği kimsenin hiçbir nuru yoktur.» (Nur: 40)



Daha önce insan, bir takım aletler kullanmaksızın yirmi metreden daha aşağıya dalış yapamıyordu. Ancak bizler şu anda yeni aletlerle denize dalış yapabiliyoruz. Bu dalışımızda iki yüz metre derinlikte zifiri karanlıkla karşılaşıyoruz. Âyeti Kerime’de Allah Azze ve Celle’nin: «Engin denizler» buyurduğu gibi. Allah Azze ve Celle’nin «Karanlıklar üstünde karanlıklar» âyeti sayesinde denizin birçok yerini keşfettik. Bilinmektedir ki gökkuşağının yedi rengi vardır. Kırmızı, sarı, mavi, yeşil, portakal rengi ve diğer renkler. Bizler denizin derinliklerine daldıkça bir bir bu renkler kaybolmaktadır. Her bir rengin kaybolması başka bir karanlığı getiriyor. Renklerden ilk önce kırmızı gözden kayboluyor. Sonra portakal rengi, sonra da sarı… Renkler içerisinde en son mavi, denizin iki yüz metre derinliğinde kayboluyor. Her renk kaybolduğunda karanlıktan bir parça veriyor; en sonunda da tamamen bir karanlığa ulaşıyor. Allah Azze ve Celle’nin: «Dalga üzerinde dalga» sözüne gelince, ilmi olarak ispat edilmiştir ki, denizin derin cüzü ile üst cüzü arasını ayıran bir ayırıcı var. Bu ayırıcı, dalgalarla dolu. Sanki orada denizden derin karanlıkların sınırında dalgalar var. Bizler ise bunları göremiyoruz. Denizin yüzeyindeki dalgaları ise bizler görebiliyoruz. Sanki dalgaların üstünde dalgalar varmış gibi… Bu ilmi hakikat ispat edilmiştir. Bunun içindir ki, Profesör Durcavara bu Kurânî âyetler hakkında şöyle demiştir: Bunun beşeri bir ilim olması mümkün değildir.



[el-Edille el-Mâddiyye ala Vucudillâh, Muhammed Mutevelli eş-Şa’râvî]



Bunun misalleri pek çoktur.



6- Kurân’da, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemi azarlayan bazı âyetler gelmiştir. Allah Azze ve Celle’nin Peygamberi sallallahu aleyhi ve sellemi uyardığı bazı şeyleri zikretmiştir. Onlardan bazıları da Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemi sıkıntıya sokan şeylerdir. Şayet bu Kurân, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin katından olsaydı bu tür haberleri zikretmezdi. Şayet Kurân’dan bir şey gizleyecek olsaydı, kendisini azarlayan ve kendisi için yapmaması daha evla olan bazı uyarılarda bulunan âyetleri gizlerdi. Tıpkı Allah Azze ve Celle’nin Peygamberi sallallahu aleyhi ve selleme şu âyette buyurduğu gibi:



( وَتُخْفِي فِي نَفْسِكَ مَا اللَّهُ مُبْدِيهِ وَتَخْشَى النَّاسَ وَاللَّهُ أَحَقُّ أَنْ تَخْشَاه)(الأحزاب: من الآية37)



«Allah'ın açıklayacağı şeyi içinde gizliyor ve insanlardan korkuyordun. Oysa Allah, kendisinden korkmana daha lâyıktır.» (Ahzâb: 37)



Bundan sonra akıl sahibi birisi için Kurân’ın, Allah’ın kelâmı olduğuna ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin kendisine vahyedileni tam olarak, eksiksiz bir şekilde tebliğ ettiğine dair bir şüphesi kalır mı?



Sonra biz o şahsa deriz ki: Kurân’ın doğru bir şekilde tercüme edilmiş tercümesini oku ve aklını bu hüküm ve kanunlarla çalıştırıp onları düşün. Hiç şüphe yok ki ayırt etme gücüne sahip akıllı birisi, Allah’ın kelamı ile yeryüzündeki hangi şahsın olursa olsun onun kelamı arasındaki farkı mülahaza eder.

...

[Alıntı]

Kaynak: http://islamqa.info/tr/13804



Cevapla

“Din Kültür” sayfasına dön